Kayıtlar

2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Olan biten...

Resim
Tarihe bak, 30 Aralık! Ve ben bu sene hiç bir şekilde yeni yıl moduna giremedim. Daha bir tane bile hediye almadım mesela. Yıllar sonra ilk kez dışarıda bir yıl başı geçireceğiz ama daha elbisemi almadım, yüksek topuklu rugan ayakkabı istiyorum aslında ama daha bir tek vitrine bile bakmadım. Bu kadar hevessizsin madem neden yazıyorsun dersen, bir yıl sonu kapanışı yapayım dedim. Bugünlerde birisinin ağzıma doladığı gibi "değerlendirelim" dedim yani. 2011 gerçekten de çok stabil giden hayat çizgimin içinde oldukça farklı inişler çıkışlar yaşadığım bir yıl oldu. Annemi yoklayan hastalık, hepimizin ağzını yüreğine getirdi, hiç bu kadar büyük bir korku yaşadığımı hatırlamıyorum hayatta, Allah bir daha da yaşatmasın. Ne bana, ne de kimselere, düşmanıma bile hatta! Geldi de geçti! Sonra Mart ayında 35 geldi, iyi dedim bağrıma bastım. Hoş gelmiş. Hep derlerdi, bazı yaşlar insanın hayatında mihenk taşıdır, kendine gelirsin, ne olduğunu anlarsın, ne olmadığını da. Öyleymiş gerçekten.

Olmaz, olmaz deme, "Olmaz" olmaz!

Resim
Anladım ben, "olmaz" diye bir şey gerçekten yok. Sen istediğin kadar yırt kendini. İstediğin kadar güçlü dur. İstediğin kadar anlat. Olacakla, öleceğe çare yokmuş. Bir de bütün bunlar yaşanmadan bilinmezmiş. Hayat resmen dalga geçiyor insanla. İstersen kader de, istersen seçim. Artık için nasıl rahat edecekse... http://www.youtube.com/watch?v=aQcIfrPIOsg&feature=related

Gün sayılı da olsa...

Resim
Çok özledim seni be! Herhangi bir durumda göz göze gelip patlayana kadar gülmeyi, ya da hemen kirpiğimizin kenarında duran iki damla göz yaşımızı beraber dökmeyi. Rakı masasında 7-8 saatin sonunda geyiğin en alasına bağlayarak bitirdiğimiz, geceleri sabahlara çıkardığımız seansları. Aynı gecenin sabahında akşamın kritiğini yapmak için tekrar konuşarak geçirdiğimiz uzun uzun saatleri. Yeni gelişen durumlar karşısında yaptığın değerlendirmelerini, hiç uygulanmayacağını, herkesin kafasına göre takılacağını bildiğin ve doğrusunun bu olduğunu düşündüğün halde gerçek dost olmanın sorumluluğu ile bin kere de olsa bıkmadan anlattığın yapılması gerekenler listesini. Günde üç posta kapattığın kahve fincanını. Her ama her aradığımda duymaktan yıldığım telefonundaki meşgul sesini. Renkli kalemlerini. Sarı Sokaklara beraber gitmeyi... Daha bir milyon tane şeyi. Şimdi sen yokken bunların çoğunu iki kişi yapıyoruz. Emanetlerine iyi bakıyoruz. O bana, ben de ona:) Çalışıyoruz en azından. Ama şu ara ik

"Zıvanadan çıkmak" ne demek?

Sizin doğrularınız ne kadar da büyük ve yaşanmışlıklarınız ne kadar da çok. Öyle ki beni yargılayabiliyorsunuz. Saygı duyardım. Keşke bilmeseydim aslında ne kadar da küçük dünyalarınız olduğunu. O zaman fikirlerinizin benim için bir geçerliliği olabilirdi belki. Ama siz dünyayı ne kadar biliyorsunuz, ya da geç koca dünyayı, benim dünyamı ne kadar biliyorsunuz. Bildiğinizi sanıyorsanız büyük bir yanılgı içindesiniz. Benim kocaman bir dünyam var. Öyle büyük ki içinde size bile yer var! Benim kocaman bir kalbim var, her şeye rağmen hala içinde yeriniz var. Yine de fazla zorlamayın benim tahammül sınırlarımı. Bir kalemde silmişliğim var! Göz dağı değil bu! Hayal kırıklığımın yarattığı öfke. Kalbimden geçen. Öyle ki, neredeyse üzerinde benden başka kimsenin olmadığı bir adaya, yanıma üç şey alıp gidesim var! Sıyrılın maskelerinizden. Ya iyi olun, ya kötü! Bu kadar arada kalmak insanı yorar. Sizin bu gri haliniz beni kararttı! Ya benim olun, ya "el" olun. Ama ikisini birden istemey

Aslanlar gerekeni yaptı...

Resim
4 yaşındaydım Galatasaray marşını ilk söyleyip, Galatasaraylı olup, Galatasaraylı öleceğime dair andımı içtiğimde. Fenerbahçe taraftarı olan babam, 4 yaşındaki küçük kızını elinden tutup Galatasaray SK'nın yüzme okuluna kayıt ettirmişti. Her sabah marşımı söyleyip, andımı içtim. O yaşta bile tüylerim diken diken olur, içim titrerdi yanında Türk Bayrağı dalgalanan o bayrağın önünde marşımızı söylerken. O yıl bir sezon gittim, sonra 8 yaşında bir sezon daha gittim. Galatasaraylı olmak ne demek taa o zamanlar öğrendim ben. Sonra da yolumdan dönmedim zaten. Fenerbahçeli babanın fanatik Galatasaraylı kızı olarak hep sonsuz zevk aldım babamı kızdırmaktan. Fenerbahçe'nin kaybettiği Çaykur Rize maçları sonrası kendisine taze demlenmiş tavşan kanı çaylar ikram ettim, o da kaybettiğimiz Denizli Spor maçlarının sabahında horoz sesleriyle uyandırdı beni. Böyle tatlı tatlı didişip duruyoruz yıllardır. "Kendi ellerinle yaptın" diyorum, "katlanacaksın:)" Fair play'e i

İçimde çalıyor bir kırık alaturka...

Size şöyle güzel güzel, cıvıl cıvıl bir şeyler anlatayım diyorum ama olmuyor bir türlü. Hep geceleri yazdığım için mi böyle oluyor acaba? Karanlık çökünce benim de mi içim kararıyor acaba? Halbuki geceyi severim ben gündüzden çok. Bir şeyler ters gitmeye başlayınca her şey mi üst üste gelir? Bu bozulamayan bir klişe midir? Sanki birisi bir düğmeye bastı, herşey karma karışık oldu, sanki biri domino taşlarının ilkine dokundu, sırayla tıkır tıkır yıkılıyor hepsi. Extra değişken ruh halim günden geceye inişli çıkışlı ilerliyor. Tabi ki sürekli böyle hissetmiyorum. Kötü yani. Ama tam derin bir "ohhhh" çekerken bir taş daha devriliyor. Hooop dön en başa. N'aapsam, kurşun falan mı döktürsem acaba tepemde dönüp duran bu kara bulutların dağılması için? Sorgulamaktan sıkıldım, düşünmekten yoruldum, kafamda dolaşan tilkilerin kuyrukları birbirine değmesin diye sürekli uyanık kalmak zorunda olmaktan daraldım! Bu kadar düşündüm de bir soruca varabildim mi? Elbette hayır. İyi düşün di

Olmak ya da olmamak:)

Resim
Dün gece eve dönünce ne okusam diye kitaplarımı karıştırdım. Başucumda duranlardan bir tanesi de, geçen sene Galata'daki ofisine gittiğimde tanıştığım, acayip sempatik, egodan arınmış, tipik kız arkadaş modeli bir insan olan Bahar Korçan'ın imzaladığı, kırmızı kumaş kaplı, içinde eskizlerinin, yazılarının bulunduğu kitap. İlk aldığımda her bir yerini incelemiştim. Çünkü şablonsuz. Her sayfası farklı tasarlanmış, insanda merak uyandırıyor. Bir sayfaya şunları karalamış mesela: Oldum olası Olası şeyleri Olması gerekenleri Zorunlu "Ol" hallerini Olmak fiilini berbat edenleri Hele olası sevgileri Hiç sevmedim. Zorunlu olmalar Olabilecek aşkları Yaşanacak anları "Ol" halinden "Zor" haline dönüştürür. Onun için; Zorunlu hallerden geçip Öz "Ol" halinle Sev beni_ Ne kadar güzel anlatmış... Ne bir eksik, ne bir fazla. Hissettiğim kadar. Olmasını istediğim gibi... http://grooveshark.com/#/s/Aklimin+Iplerini+Saldim/32czfR?src=5

What about me?

Resim
Aynı anda herkesi birden mutlu etmek mümkün mü? Anneni, babanı, sevgilini, en yakın arkadaşları, iş arkadaşını, patronunu, müşterini... Bir de en son halin kalırsa kendini! Uzun zamandır bunun için uğraşıyorum ama görüyorum ki mümkün değil. Başkaları için yaşamıyorum ama bazılarını sevdiğim ve istediğim için, bazılarını da görevim olduğu için yapmaya çalışıyorum. E olmuyor tabi. İllaki bir şeyler daha az oluyor, birileri mutluyken, birileri mutsuz oluyor, bütün çabama rağmen. Çünkü benden bir tane var. Bir tanecik kalbim, bir tanecik beynim, muhteşem gülüşümü sergilemeye yarayan bir tanecik ağzım, güzel laflarımı dışa vurmak için bir tanecik de dilim! E olmuyor, yetemiyorum işte. Ondan sonra gelsin sorular. Neden suratın asık senin?, beni niye aramıyorsun?, mesajıma neden cevap vermedin?, neden gelmedin?, neden gülmedin?, neden sevmedin? Falan, falan, falan... Bu kadarım arkadaşım ben. Mükemmel değilim. Nasıl olunur onu da bilmiyorum. Bugünlerde her türlü sabıkalıyım senin anlayacağın
Hiç konuşmadın. Sonra bir konuştun... Bütün konuşmadıklarına bedel! Dinledim. Söylemek istedim, nasıl anlatacağımı bilemedim. Sen söyledin rahatladın. Ama işte yine hiç bir şey sormadın...

İzmir'li küçük kız

Resim
Yaklaşık bir yıl kadar önce bir sabah ajansa girdim, gittim masama oturdum, çaprazımdaki masada yeni bir yüz. Kızıl saçlı, çilli suratlı, güzel gözlü bir kız. Tok bir ses tonu var, havalı. Öğrendim ki yeni stajyermiş. İyi dedik, gelllsin, alırız onu da bünyeye:) Aylar hızla geçti, küçük stajyer dişli müşterilerle baş edebilecek kadar büyüdü-serpildi ve müş.tem. olarak devam ediyor şimdi. Geçen zaman sadece mesleki ünvanını değiştirmedi. Hayatı da yavaş yavaş değişiyor. Küçük İzmir'li bügünlerde büyük bir heyecan yaşıyor. Kendine İstanbul'un muhteşem Boğaz manzarasına sahip, sevimli, tertemiz bir ev tuttu. Ajansa da yakın. Artık sabahları 08:15'te uyanarak, salına salına yürüyerek gelebilecek işine.  Bu yeni ev hadisesi onunla beraber bizi de sardı. Eksikler belirleniyor, listeler yapılıyor, IKEA'nın web sitesi günde bir kaç kez geziliyor. Elektrik, doğal gaz nasıl bağlatılır, bulaşık makinesi servisi nereden bulunur, kahverengi mobilyalar nasıl beyaza boyanır, paralar ç

Her okuduğuna inanma!

Resim
Yaklaşık yedi senedir reklam sektöründeyim. Hasbel kader bir şeyler öğrendim. Bu bloğu ise mesleki bir paylaşım platformu olarak düşünmedim hiç. Burası benim olabildiği ölçülerde, belirli çizgilerin dışına çıkmadan duygu ve düşüncelerimi yazdığım kilitsiz defterim oldu. Ama işte bizim iş yaparken "Daha çok okunsun abi, daha çok dikkat çeksin, patlatsın yani mevzuyu" şeklinde kafa patlatarak aradığımız başlıklardan biri geldi benim postumun başına kondu farkında olmadan. Böylece reklamın gücü sonunda benim duygusal dünyama da sıçradı. 2010 yılının Kasım ayından beri yazıyorum. Hiç bir postum son yazdığım kadar okunmamıştı. Dedikoducu milletiz vesselam. Başlığın gücü sayın okuyucu. Başlıkları genelde yazının içinden çıkarıyorum, ya da ana fikri başlık haline getiriyorum. Bu sefer de öyle oldu. Bilgisayarın başına oturduğum zaman ne yazacağımı planlamış olurum ve her seferinde tamamen onun dışında bir şey yazar kalkarım. Bu postta da konu döndü dolaştı kendi kendime geldi. Bugün

Zamanı geri aldım

Çocuksun sen. Kalbimdeki çocuk. Oysaki koca adamdın bir zamanlar. Adımlarımı bile sayan. Omuzumdaki hırkaydın. Gözümdeki ışık. İçimdeki heves. Şimdi olman gereken çağdasın. Yaşınla, başınla, huyunla, suyunla...

Yeni biri...

Resim
Vay anasını sayın okuyucular diyorum... Hiç bitmesin oldu mu beni şaşırtan olaylar dizisi... Hep bir enteresanlık olsun, iki dakika sakinlik olmasın... Bu sefer kimse değil, benim beni bu kadar şaşırtan. Adeta bir aydınlanma yaşıyorum!!! Değişim. Metomorfoz. Devinim. Ne dersen de. Düşünce şeklim, yaşananlara bakışım, verdiğim hükümler, kararlarım, isteklerim, meraklarım... Hepsi farklılaşıyor. Bir zamanlar zor alınan kararlar artık kolay alınıyor, bir zamanlar çok yufka olan yüreğim bugünlerde gevrek simit kıvamında, bir zamanlar hiiiç bana göre olmayanlar şimdi eğlenceli, bir zamanlar kadrajıma bile girmeyenler artık fotoğraflanmaya değer. Elbette kendi kendime karar vermedim bir gece aniden böyle olsun diye. Bir kırılma noktası oldu. Ama o andan sonra hiç direnmedim eskisi gibi olsun herşey diye. Galiba yaşamayı öğreniyorum? Daha farklı bir biçimde. Beni ben yapanları yitirmeden. Orası tam bıçak sırtı işte. Yumuşak geçişler yaparak ama gereğinden fazla düşünmeden. Gereksiz detaylarl

Kader mi bu?

Resim
Dün sabah benim ülkem gözünü 24 şehit, 18 de yaralı asker haberiyle açtı yeni güne. Yeni ama karanlık güne. Oysa kaç gün sonra gökyüzünde güneş parlıyordu ama kararttılar, söndürdüler güneşi bile. Bu ne ilkti yaşadığımız ne de son olacaktı ve malesef hepimiz de artık bunu bilecek kadar farkındaydık durumu. Dün ve bugün gazetelerde, televizyonlarda ve Facebook, Twitter gibi sosyal mecralarda herkes terörü lanetledi. Hepimiz profil fotoğraflarımızı değiştirdik. Yazdık, yazdık durduk, içimizi dökünce rahatlayabilecekmişiz gibi sanki. Ama ne fayda... Saygıdeğer devlet büyüklerimiz büyük büyük sözler ettiler, yine tutamayacakları sözler verdiler. Söylediklerinin 24 tane genç çocuğun evine düşen ateşi söndürmeye, annelerin-babaların, nişanlıların, sevgililerin, eşlerin, minik bebeklerin gözündeki yaşı kurutmaya yeteceğini sandılar. Nafile, gitti giden! Böyle zamanlarda Allah'a sığınırım hep, dua ederim, geride kalanlara sabır versin Allahım, metanet versin, güç versin diye. Bir de sorgul

1 life so live it!

Resim
Benim umudum kolay tükenmez, kızgınlıklarım uzun sürmez, kin tutmam, hesap-kitap yapmam, sabretmeyi çok iyi bilirim. Çünkü insanın değerini bilirim, bilmeye çalışırım en azından. Arkadaş, dost, sevgili fark etmez. Herkesin hata yapmaya hakkı olduğunu düşünür, kimseyi acımasızca yargılamam. İstisnalar hariç kimselere de sonuna kadar güvenemem, kapıyı hep aralık bırakırım. Bırakırım ki sonunda betona çarpmış gibi olmayayım. Oto kontrol denen illet küçük yaşlarımdan beri beynimi ve içimi kemirir, beni bir türlü rahat bırakmaz çünkü. Bir şekilde kendimi korumaya çalışırım aklımca. Böyle yaşamaya alışmış bünye yine de zaman zaman kendini rahat, özgür bırakmak ister. Futursuz davranmak, canı nasıl isterse öyle yaşamak, yapmak istediği her neyse ölümüne dalmak ister. Dalar da. Gözünü karartır. Önünü göremez bu sefer. Bilmeden yürüdüğü yolda emin adım ilerler. Artık o saatten sonra hiç düşünmez ki eline, koluna, yüzüne batacak olan dikenlerin izi kalacak üzerinde. Bir daha eskisi gibi pürüzsüz

Kime göre, neye göre!!!

Resim
Bütün kalkanlarımı indirirsem, gurursuz mu olurum? Her gün içmek istersem, ayyaş mı olurum? Sevdiğimi söylersem, zayıf mı olurum? Doğru bildiğim yanlışı bile bile yaparsam, aptal mı olurum? Sigarayı çok içersem, sonunda siroz mu olurum? Peki bütün bunları yapmazsam, mutlu mu olurum? Mutsuz olacağımı bile bile hiç birini yapmazsam yine de "doğru insan" mı olurum? Saçma!!! http://www.youtube.com/watch?NR=1&v=wNK41z-3ams
Bu yazıyı yazmaya Bodrum'da güzel ve içkili bir yemeğin sonunda BB aracılığı ile yazmaya başlamıştım. Şu kadarını söyleyebilirim ki hayat gerçekten hesabı bir türlü tutturamadığım, olmadık zamanlarda kendi başıma olmadık çoraplar örmeyi becerebildiğim bir oyun gibi. Bu icki denen meret insani daha cesur ve futursuz y@iyor mu? Bence kesin yapiyor! Ben bu saatte BB araciligi ile azmetip bu yaziti yazmaya oturduysan yapiyor! Bu aksam yine masadaki "tek sayi"ydim, uzun zamandir oldugu gibi. Ama bu sefer her zamankinden daha fazla eksik hiddttim kendimi. Muhtenelen yanima yakistirdigim zat-i muhterem buralarda olmadigi icin. @eki bu mubah mi? Ben bu kadar korkak oldugum surece mubah! Cesur olmak icin surekli icmek mi lazim acaba! 'Onusmak istedigim 100000000 tane sey varken sustugum(uz) surece bana (bize) mubah. Bu neyin korkusu icimizde gunden gune buyuyen, kimin, neyin korkusu! .esela ben bu pistu yaziyorum ama yayinlayacagimdan hiiiic emin diilim! Ya yanlis bir

Farkinda misin?

Nefes almak bayramdır mesela; günün birinde soluksuz kalınca anlar insan... Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir; sevmeninkini yalnızlık... Bayramdır, elden ayaktan düşmemek, zihinden önce bedeni kaybetmemek, kurda kuşa yem olmayıp "Çok şükür bugünü de gördük" diyebilmek... Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır. Küsken barışmak, ayrıyken kavuşmak, suskunken konuşmak bayramdır. * * * Evde yalnızlığı noktalayan insan nefesi, akşam kapıda karşılayan yavuklu busesi, sevdalı bir elin tende gezmesi, nice adağın ardından çınlayan çocuk sesi bayramdır. Sonrasında gelen ilk diş bayramdır, ilk söz bayram, ilk adım, ilk yazı, ilk karne bayram... Güne gülümseyerek başlamak bayramdır. "İyi ki yanımdasın" bayram, "Her şeyi sana borçluyum" bayram, "Hiç pişman değilim" bayram.. * * Evlatların mürüvvetini görebilmek, eve dolu bir torbayla gidebilmek, konu komşuyla yarenlik edebilmek, akşamları eskimeyen bir keyi

İncir Reçeli Güzeldir:)

Resim
Güzel ama çok sıcak bir cumartesi gününün öğleden sonrasını buz gibi bir sinema salonunda sinema eleştirmenlerinden çok övgü alan "İncir Reçeli"ni seyrederek değerlendirmeye karar verdik. Ben bir ön araştırma yapıp filmin fragmanını seyretmiş, fotoğraflarına bakmış, müziklerini dinlemiştim. Ağır bir aşk hikayesi ve bir trajedinin bizi beklediğini biliyordum, hazırlıklıydım yani. Neyse, aldık biletlerimizi, mendillerimizi yerleştik koltuklarımıza. Komik saçlı adamla (Sezai Paracıkoğlu), 25 yaşında pıtır pıtır bir kızın (Melike Güner)tanışmalarına, aşık olmalarına tanıklık ettik. Sonra ilk perdenin sonunda kız adamın kulağına bir şey fısıldadı ve "5 dakika ara" yazısını gördük perdede. Boğazıma yerleşen düğüm ve gözümün kenarında pusu kuran damla yüzünden kafamı sağ tarafa çeviremedim, sadece "bunu hiç beklemiyordum, hayır ya" şeklinde söylenebildim. Filmi seyrederken, "benim tek şansım incir reçelini sevmek olsaydı bu kadar neşeli, boş vermiş, aşk dolu

Yaz, Yaz, Yaz...

Resim
Ben Mart doğumluyum, yani bir kış çocuğuyum ama günahım kadar sevmem kış mevsimini. Kat kat giyinmek zorunda kalırsın, benim gibi zaten ufak-tefek (en azından artık ufak-tefek) fazlalıkların varsa o kıyafetlerle iyice kalın gözükürsün. Dışarı çıktığında takır takıt titrersin, yani ben çok üşüyen bir insanım ve nefret ediyorum bundan. İki dirhem bir çekirdek giyinip çıkarsın, işe ya da randevuna gidene kadar rüzgardan ne saç kalır ne baş, yağmurdan-kardan ne kıyafet... Bir kahve keyfin vardır o da gelen sigara yasağından sonra kapı önlerinde zavallılar gibi dikilirken keyiften çok eziyet haline gelir... Daha yüzlerce sayabilirim... Ama yaz öyle mi:) Tiril tiril giyinirsin, omuzlarını özgür bırakırsın, ılık rüzgar süzülür üzerlerinden. Yaz konserleri yaz gecelerinin belki de en keyifli yanıdır. Açık havada sevdiğin şarkıları avazın çıktığı kadar bağırarak söylersin, içini boşaltır, rahatlar, mutlu olur, evine gider mutlu, mutlu uyursun. Pazar sabahları deniz kenarlarında günümüz moda dey

Kalp unutur...

Resim
Günlerce süren koşuşturmacanın sonunda, tam da üzerine düşenlerin hepsini yapmış olmanın huzuruyla derin bir "ohhh" çekecekken, suratında tokat gibi patladı karşısındaki adamın ağzından çıkan o cümle. Ne yapacağını bilemedi, sebebini bilemedi, sadece oradan gitmek istedi... Gecenin bir yarısı uğraştı, uzaklaşmak istedi, olamadı, çaresiz bekledi... Hayal kırıklığı denen duygu gerçekten yaşa, başa, erkeğe, kadına hiç bakmıyor. Eğer gerçek duygularla bağlıysan karşındakine, bazen ağızdan çıkan tek bir laf, bazen tek bir ters bakış seni paramparça edebiliyor. Sonra zaman geçiyor, olay soğuyor, konuşmalar-görüşmeler bir şekilde devam ediyor. Yine de malesef birşeyler hep eksik, kırık kalıyor. İlişkiyi tekrardan onarmak yıllar sürüyor. Tekrardan içinden gelerek sımsıkı sarılman yıllar alıyor. Ama sonunda oluyor. Gerçek duygularla bağlıysan karşındakine kalp eninde sonunda unutuyor... O yüzden sen ve o hep diğerlerinden farklı ve özel kalıyorsun. Araya ister sözler girsin, ister zam

Bir de!

Resim
Gerçekten bazen öyle bir sabrım taşıyor ki! Karşımdaki konuşuyor ama ben hiiiiç duymuyorum bile, konuşuyor, konuşuyor... Cümleler hep aynı şekilde başlıyor: "Bi de bla bla bla..., bi de bla bla bla..., bi de bla bla..." sonsuza dek sürecekmiş, hiç bitmeyecekmiş gibi. Derin nefes alıyorum, 10'dan geriye sayıyorum, daha bildik ne yöntem varsa. "Bir de" ne demek arkadaşım, söyleyecek tek bir şeyin kaldıysa "bir de" dersin, 10500 tane daha varsa demezsin değil mi? Allahım, sen bana sabır, aleme de akıl ver!!!

...

Resim
http://www.youtube.com/watch?v=hDiZyUPBcPQ http://www.youtube.com/watch?v=cOfrS885C7E&feature=related

İlk üç ay...

Resim
İlk üç ay geçti bile... Annem dersini çalışmış, kontrol için yapılan tahlil neticeleri istediğimiz gibi çıktı:) Cumartesi günü tahlile gittiler babamla beraber, biz neticeleri pazartesi bekliyorduk aslında ama cumartesi günü ben yıllardır görmediğim, geçmişte hayatımın çok önemli dönemeçlerinden birini beraber geçtiğim birinin yanındayken ve tam da o "Güler Teyzem nasıl? Herşey yolunda değil mi?" diye sorarken geldi annemin iyi haber telefonu. Ben bu olayla ilgili her bekleyişte acayip gerildiğim için annemden duyduğum iyi haberle göz yaşlarımı akıtıverdim hemencecik. Ben telefondayım, o yüzüme bakıyor, anlamak istiyor, sonunda elimle OK dedim. Herşey yolunda:) Hayat gerçekten ilginç anlar yaşatabiliyor insana... Şimdi de çok sevdiğimiz arkadaşımızın babası için duymayı bekliyoruz bu güzel haberleri sırasıyla. Biz nasıl geçtiysek kara tünellerden, feraha çıktıysak, onlar da geçecek, onların da evlerine bayram gelecek. Bütün dualarımız, iyi dileklerimiz onlarla, o da bunu bils

Nasıl bişiler severim...

Resim

Sen söyle be Sezen abla:)

Resim
Dinlerken çok eğlendim:) Duymayanınız varsa, duysun dinlesin dedim:) Sözlerini anlamadan o ş arkıları dinlerdim, F ransız filmlerini sevmez onun için izlerdim, Konforsuz pansiyonları yanında sevdim, Reçele peyniri karı ş tırmayı ondan ö ğ rendim Mezarıma bile gelmesin çok çektirdi o bana, Nasıl da safmı ş ım, inanmı ş ım be abla, Gözlerime bakıp da a ş kından a ğ larken, Bunu bana nasıl yapar söyle be abla Abla abla a ş kların pili bitmi ş, Abla abla mantık iyi i ş mi ş, Abla abla sen hep haklısın ya, Abla abla paydos valla Anladım ben bu i ş i bir türlü çözemedim, Baktım dinledim demlendim de ğ i ş medim, Konforsuz a ş kları kim bilir niye seçtim, Kalple mantı ğ ı karı ş tırmayı niye bilemedim Mezarıma bile gelmesin çok çektirdi o bana, İ çimde çalıyor bir kırık alaturka, Ben kaderime yanarken sen söyle Sezen Abla, Duramasın o kalpsizin o ğ lu sarı odalarda!!! http://listen.grooveshark.com/#/search?q=ayse%20%C3%B6zyilmazel

Biri beni durdursun!

Resim
Alış-veriş yapmak kesinlikle çok zevkli ve karşı koymak benim için çok zor ne yazık ki! Her ay kendime beni çok mutlu edecek bir şey belirliyorum ve onu alıyorum, yalnız bir terslik var, onu alırken yanında bir sürü başka şeyler daha alıyorum. Ve bu böyle param bitene kadar devam ediyor. Üniversite yıllarında kredi kartı kullanmaya tövbe etmiş biri olarak benim durumum: "ne kadar ekmek o kadar köfte". Ama demiyorum ki "benim cebimde şu kadar lira param var, şunu-bunu alabilirim, sonra dururum, böylece biraz da birikim yaparım". Hiiiiç, nerde!!! O para illa ki harcanacak, durduğu yerden sürekli göz kırpıyor bana! Ve sonunda nefsime hakim olamayıp illaki harcanıyor. Evet çok mutlu oluyorum kesinlikle alış-verişin sonunda ama bu kontrolsüz alış-veriş tutkusu benim kocaman bir insan olarak para yönetimi konusunda ne kadar başarısız olduğumun bir ispatı. Kesinlikle bir sonraki günü düşünmeden harcıyorum. O gün yanımda ne kadar varsa. Bir de harcarken fark etmiyorum, anc

Karmakarışık!

Resim
Ben birini çok özlediğim zaman burnumun direği sızlar. Size de olur mu? Elbetteki öyle herkes için olmaz. Çok uzun zaman göremezsem, gözümü kapattığımda yüzü gözümün önüne gelmezse, sesini hatırlamak istediğimde duyamadığımı fark edersem, işte o an olur. Büyük panik anı. Hemen fotoğrafını çıkarır bakarım. Geçici çözüm. Bir müddet sonra tekrarlanır çünkü! Hiç niyetim yoktu bu konulara girmeye ama bu gece ajansta çalışırken yan taraftan kulağıma gelen bir şarkı sağolsun, sızlattı burnumun direğini. Gidip camdan dışarı baktım. Ne kadar uzak olabiliriz ki diye düşündüm. İkimizde gökyüzüne baktığımız zaman aynı yıldızları görmüyor muyuz? Offf çok mu ağır oldu sevgili okuyucu:) Ama yalan mı söyleyeceğim size, aklımdan geçen buydu işte. Avuntu mu? Elbette ki, hem de en arabeskinden:) Ama işte insan beyni illa ki kendine bir çıkış yolu arıyor, yoksa nasıl alışacaksın ki. Daha doğrusu hiç alışamıyorsun zaten, insan özlemeye alışır mı? Saçma! Birlikte gittiğiniz bir yerlere gittiğiniz zaman, ar

Ey yüce 35!

Resim
Bugünü yazmadan bitirmek olmaz:) Tam bir yıldır bugünü bekliyorum çünkü!!! Evet sevgili okuyucu, ben oldum olası hep bayıldım doğumgünlerime:) Bittiği gibi yenisi gelsin isterim! Geçen yıllar beni korkutmaz, rakamları hiç düşünmem. Çünkü çok şükür ki hep çok bereketli, eğlenceli ve sürprizli geçer. Bugün de böyle oldu, tam da beklediğim ve istediğim gibi! Bütün gün 3,5 yaşındaki bir doğumgünü kızı gibi en sımarık ruh halimle gezindim ajansın içinde. Oysaki ben bugün tam da 35 oldum:) Peki bu umurumda mı? Tüm samimiyetimle söyliim mi: Diil! Neden bilmiyorum ama geçen yıllar beni hiç endişelendirmiyor, kendimi bana 35 yaşında kocaman bir kadın gibi hissettirmiyor, adeta okul formamı giyip okul servisine atlayacak kadar rahatım:) Yapmak isteyip de yapamadığım çok şey var henüz ama biliyorum hayat bana bütün beklediklerimi ve istediklerimi verecek, herşeyin bir sırası var, hepsi olacak sırasıyla, o yüzden hiç telaşlı değilim geçen yıllara karşı. Gelen her yeni yaşı umutla karşılıyorum, her

No time, no fun!!!

Resim
İş çok, güç çok, organizasyon çok ama zaman yok!!! Şu saat oldu hala çalışıyorum daha da dayanabilecek olsam sabaha kadar gider... Yazamadım bir türlü, sinir oluyorum:( Ama bekle beni okuyucu, iki güne kadar geliyorum, malum kutlu doğum haftasındayız, doğumgünümde hiçbir şey beni yazmaktan alı koyamaz:) Love u all...

WOM'un kralına gel:)

Geçirdiğimiz karışık günler sırasında blog yazmak hiç içimden gelmedi, daha doğrusu inatla iyi haberi yazacağım günü bekledim, çok şükür o gün geldi ve ben de çalıştırdım parmaklarımı. Ama benim yazmadığım zaman zarfında birileri benim için yazdı... Kendimi hiç böyle okumamıştım. Egoma hakim olamayacağım, paylaşacağım, şımarıklıksa da şımarıklık:) Demiştim değil mi en iyisi WOM ( http://en.wikipedia.org/wiki/Word_of_mouth ) diye. Buyrun size WOM'un kralı. Eline sağlık NAZURI:) I love u! http://nazuriilke.blogspot.com/2011/02/o.html Blogger'ın notu: Sadece bunu okuyup geçmeyin, çok keyiflidir yazıları, eliniz değmişken diğerlerine de göz atın:)

TRIO

Resim
Kesinlikle hayatımın en eğlenceli yıllarındandı üniversite yıllarım. Bir de hayatımdaki en kıymetli insanlardan ikisinin hayatıma dahil olduğu yıllardı. Trio olarak anılırdık. Ya da ufak çaplı bir çete:) Her anımız beraberdi. Kendileriyle birlikte aileleri de dahil oldu hayatıma. Hayatıma neşe, sevgi ve aşk getirdiler... Geldikleri gibi de kaldı herbiri hayatımda. Şimdi ne yazık ki eskisi kadar sık birarada olamıyoruz. Hepimizin kendine ait hayatları var. Bu arada bir tanemiz bize bir de melek verdi. Dünyanın en güzel küçük prensi:) Değişen hayatlarımızla birlikte sorumluluklarımız da değişti ve fazlalaştı. Zamanı yönetmekte zorluk çekiyoruz ne yazık ki... Ama hayat istediği kadar uğraşsın bizimle, bazı şeyler hiç değişmiyor:) Biraz önce yaptığımız conferans call ile iyice emin oldum:) Kalbimdeki ve hayatımdaki yerleri katmerlenerek sağlamlaşıyor. Çok özlemişim o deli zamanlarımızı, uzun zamandır kimse bana bu kadar içten ve uzun kahkahalar attıramamıştı:) Evet, kader diye bir şey var