Kayıtlar

2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bırakma

Şarkımızı dinlemeye devam et Ama dediğimi yapma olur mu? Beni bırakma

Ben seni çok özledim.

Resim
Ben bu akşam biraz içki içtim. Ama biraz. Sarhoş falan değilim yani ama biraz içtim işte. Sonra bir şarkı çaldı. Ve ben çok ağladım. Uzun zamandır ağlamadığım kadar çok ağladım. Aniden. Hapşırık gibi geldi. Ve yanımdaki kimseye neden ağladığımı anlatamadım. Seni çok özlediğimi falan söyleyemedim. Çok özledim diyemedim. Diyemedikçe daha çok hıçkırarak ağladım. Ben seni çok özledim. Çok özledim, çok ağladım. Ben seni çok özledim.

Boş satırlar

Sen artık hiç yazmıyorsun ya, İçime işliyor her bir boş satır. Nerede ikimize dair isyanlar? Heyecanla kalemine sarılan adam nerede? Her türlü yokluğa mahkum ettin sen beni. Alacağın olsun. Ben sana bunu yapmayacağım. Seni asla bu kadar kimsesiz bırakmayacağım!

Bir kez daha

Bugün 14.10.2019. Kalbim paramparça.  Bir kez daha. Bir daha ve bir daha ve bir kez daha. Ve bir kez daha, Ve bir kez daha, Ve bir kez daha...

Karmaşık

Bugün içimde bir şey oldu Bir tel vardı, sanki o koptu... Tam olarak bu iki satır kadarım birkaç gündür. Ne bir eksik ne bir fazla. Korkutucu bir duygu. Yani üzücü olduğu kadar korkutucu. Elimden kayıp giden zaman değil sadece. Bunun bilincinde olabilmek çok üzücü. Başımda kavak yelleri esen o günleri geri istiyorum.

İç içe

Resim
Kelimelerin en koyusu benim Mürekkebin en koyusu sensin

Bildiğim bir şarkı var

Merhametsiz karanlıklar içindeyim Ne zaman güneş doğacak bilmiyorum Mavi denizlere mor dağlara karşı Bildiğim bir şarkı var onu söylüyorum Bildiğim bir şarkı var onu söylüyorum Bütün şarkılar gibi kederli Sokaklar, caddeler, evler bomboş Yokluğun sırtıma saplandı bir bıçak gibi Yokluğun sırtıma saplandı bir bıçak gibi Akıtır taşa, toprağa kanımı Dünya seninle aydınlık ve güzeldi Şimdi bin güneş doğsa götürmez karanlığımı Şimdi bin güneş doğsa götürmez karanlığımı Yanmaz elinin değmediği ışıklar Gel, o şarkıyı beraber söyleyelim Tut ellerimden beni aydınlığa çıkar Tut ellerimden beni aydınlığa çıkar Yumdum gözlerimi seni düşünüyorum Mavi denizlere, mor dağlara karşı Bildiğim bir şarkı var onu söylüyorum Ümit Yaşar Oğuzcan

Yaşamak!

Resim
Yan yana otursak. Oradan buradan, havadan sudan konuşmak istiyorum seninle. Çene çalmak. Gerçi ben sana yetişemem, sen benden bile gevezesin malum ama olsun. Sen konuşursun, ben dinlerim. Sonra kalkar sana orta, kendime de sade birer kahve yaparım. Biraz daha laflar sonra fincanların içinden kendimize bir hayal çıkarırız, benim sevdiklerimden, senin istediklerinden... Saatler geçer, akşam çöker, geceye geçeriz, girerim kolunun altına. Bir huzurla dinlerim göğüs kafesinin altından gelen sesleri; güm güm-güm güm-güm güm-güm güm... Ne güzel hayat! İşte böyle bir şey yaşamak...

Güzel adam

Resim
“Sizi çok seviyorum!”   “Hepimiz” diye çok büyük bir genellemeyle gireceğim lafa ama gerçekten böyle olduğunu görüyorum çevremde, hepimiz tuhaf bir coşku yaşıyoruz içinde bulunduğumuz bu günlerde. Hem de aslında çok üzgün ve moralsiz olmamız gereken bu günlerde. Hem de tek bir adam sayesinde. Tek bir adamın inancı sayesinde. Tam enseyi karartacakken o adamın yaptığı tarihi bir konuşma, yüzündeki gülümseme ve ağzından dökülen “Sizi çok seviyorum, sizi çok seviyorum, sizi çok seviyorum!” diye tekrarlanan sevgi cümleleriyle başımızı tekrardan yukarıya kaldırdık, içimize inancı tekrardan ektik. Hasret kalmışız güler yüze. Hasret kalmışız bir araya getirilmeye. Hasret kalmışız ümit etmeye. Hasret kalmışız başarmaya. Hasret kalmışız sevinmeye. Şimdi karşımızda tüm bunlarla bizi tekrardan buluşturan, bizi birbirimize kavuşturan, insanı görüş, cinsiyet, yaş, ekonomik seviye, dil, mezhep, inanç gözetmeden sadece insan olduğu için seven ve bunu çok ama çok içten ifade edebilen bir a
Nefesimi kesiyorsun Sonra bir bakıyorum soluğum olmuşsun Sonra anlıyorum ki ben en çok seni sevmişim Ve benden çok kimse sevmemiş seni, sevemez Beyhude çırpınışlarla harcanan güzelim yıllar ve geride bırakmaya nasıl da kıydığımız

Korkma!

Eskiden ya seni sevmezsem diye korkardın. Şimdi seni seviyorum diye korkuyorsun. Her durumda korkuyorsun. Korkma! Seni çok seviyorum ve korkmuyorum. Sen de korkma.

Doğum günüm

Resim
Yazmayayım dedim, yine kendime direnemedim. Saat 03.20. Biraz önce geldim eve. Şahane bir gece geçirdim. Şahane! Acayip güzel bir gece geçirdim. Hayran olduğum insanların ağızından doğum günü şarkıları dinledim. Koca bir salon ismimle alkışladı beni. Mumlar üfledim. Yine yarım! Yine! Hala! Hala o mumları seni dileyerek üflüyorum! Ben bunu yaşamak için ne günah işlemiş olabilirim? Seni benim karşıma neden çıkardı bu canına yandığım hayat! Oysa ki ben herkesin sevdiği, gözünün içine baktığı, ağızından çıkan her şeye razı olduğu kişiyim. Bir tek sana laf geçiremedim. Ne kötü kader! Çizgisini değiştiremediğim bir yazgının tersine yürümeye çalışıyorum! İki kişi yürümek için uğraşsaydık başarabilirdik! Eminim! Adım kadar eminim! Ama tek başıma gücüm yetmiyor işte. O kadar üzgünüm ki, o kadar olur! Bir gece daha senin için ağlıyorum. Böyle bir gecede senin yokluğun o kadar insanın varlığını yerle bir ediyor. Kimse yerini tutmuyor, kalbim kavruluyor, nefesim yetmiyor artık bana, anlıyor musun?

Sen benim sarhoşluğumsun

Sen benim sarhoşluğumsun Ne ayıldım Ne ayılabilirim Ne ayılmak isterim! Başım ağır Dizlerim parçalanmış Üstüm başım çamur içinde Yanıp sönen ışığına düşe kalka giderim. Nazım Hikmet Ran

Mektup

Resim
Sana söyleyeceklerim var. Güzel güzel sakin kafayla oku. Karşındaymışım da sana tane tane anlatıyormuşum gibi oku. 4 yıl olmuş hikayemiz başlayalı. 4 yıl. İnanamıyorum gerçekten! 4 yıl. Vay canına! Zorlamayalım işte, bundan sonra zorlamayalım ne olursun! Uzak kalmak için uğraşmayalım. Uğraştık işte bu zamana kadar. Olmuyor. Biz birbirimizin hayatından çıkamıyoruz. Çıkmayalım da zaten. İstemiyorum, hiç istemiyorum. Yeter bu kadar acı, ızdırap. İşkence gibi geçen zamanlar, günler, aylar, yıllar. Yeter artık yazdığımız kan damlayan satırlar. Yazık. Sana da yazık, bana da yazık. Yeter artık, uğraşmayalım. Bu ayrılık meselesi bizim üzerimizde durmuyor işte. Çıkarıp çıkarıp tekrar giymeyelim. Bir daha giymeyelim. Ne olur bu kez dinle beni. Düşün. İyi düşün. Derin düşün. Bütün küllüyatımızı düşün. Her şeye rağmen yan yana geldiğimizde ne kadar iyi olduğumuzu düşün. Sen kendini bıraktığın, maskeni takmadığın, kalkanlarını kuşanmadığın zaman nasıl güzel olabildiğimizi düşün. Benim yerime

Ya unutursam

Çok korkuyorum unutmaktan, ya sesinin tonunu, yüzünün kıvrımlarını, bir erkeğe göre aşırı muntazam parmaklarını ve o parmaklardan çıkan satırları unutursam. Çok korkuyorum unutmaktan, hiç sevmemiş insanlar gibi içi bomboş kuru bir ağaç gibi kalmaktan, hakkını vererek sevmişken seni. Çok korkuyorum unutmaktan, aklımın oyunlarına karşı koyamayıp seni gördüğüm yerde ardımda bırakıp gözden kaybolmaktan. Çok korkuyorum unutmaktan, olur da unutursam sana yazdığım satırlarla hatırlat  kendini bana.

Mevzuya gel!

Resim
Burada kaç kişiydik hiçbir zaman bilemedim. Çok da işime gelmedi zaten bilmek. Eğer kalabalık olduğumuzu bilirsem yazmak istediklerimi yazamamaktan, gerçek ben olamamaktan korktum. O yüzden etrafta kimse yokmuş gibi davrandım çoğu zaman. Bugüne kadar. Bugün benim için başka bir macera başladı. Online bir dergi olan Sen ve Ben'de yazmaya başladım. Bir köşem oldu. Vay anasını! Zamanında Kanal D binasında "Gazeteci olma da ne olursan ol, bu meslek adamı hırpalar, üzer, zaten çok ister ve yazmayı bırakmazsan elbet bir yerlerde yazarsın, bir bakmışsın sayamadığın kadar okuyanın olmuş" diyerek beni gazetecilik yüksek lisansından vazgeçiren haber koordinatörü haklı çıktı. Peki online dergi geldi de mertlik bozuldu mu, yılların bloğu, her türlü kahrımı, göz yaşımı, kalp çarpıntımı, sevincimi çekmiş olan bu platform tarihin tozlu sayfalarında kayıp olup gidecek mi? Ya hiç olur mu öyle bir şey, olabilir mi?:) Ölürüm de bırakmam, benim bütün külliyatım burada yatıyor, nere