Kayıtlar

2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İki türlü...

Affedilmemek insanı huzursuz eden bir duygudur. Birinin canını sıkarsın ve sana artık eskisi gibi bakamaz gözleri. Çok ileri gitmişsen artık seninle göz göze bile gelmez hatta. İçinden gelmez. Yabancı yabancı bakacağına hiç bakmaması aslında belkide her ikiniz için daha bile iyidir. İçin daralır. Orada olmak istemezsin. Bir an önce kaçıp gitmek istersin belki de. Yine de her şey normalmiş gibi davranırsın. Karşındaki müsade ederse tabi. Etmez genellikle de. Ve sonunda biter sayılı dakikalar, sonra yine herkes kendi yoluna gider. Affedilmediğini bilen taraf olarak o geceyi belki biraz huzursuz geçirirsin. Belki ertesi sabahı da ama akşam üzerine doğru hafifler. Günlük koşuşturman ve yeni hayatın seni o huzursuz duygudan kurtarır. Ara ara hatırlarsın sonra. Mesela doğumgününde ya da onun sevdiği bir sofrada oturuken... Belki de ara ara onunla gezdiğin yerlerde, eğer cesaret edip hala gidebiliyorsan tabi... Böyle böyle, ara ara, hafif hafif... Affedememek ise insanı ze

Sıram geldi...

Resim
Laf olsun diye söylemiyorum. Gerçekten ne yazacağımı, nasıl yazacağımı hiç bilmiyorum. Günlerdir planlayamadım. Her bir arkadaşım için tek tek mi, yoksa herkese birden mi? İki satırda kısa ve öz mü, yoksa içimden geçenlerin hepsini mi yazmalıyım? Daha önce öyle çok veda yazısı okudum ki bu ajansta... Hep gidenlere güle güle diyen taraftaydım. Ev sahibi gibi. Evin her işini, her çekmecesini en iyi bilen, her ferdini en iyi tanıyan kızı gibi. Bilmeyenler için söylüyorum, VAGABOND ilginç bir ajanstır, acayip bir aidiyet duygusu yerleştirir insanın içine. İçinde çalışan insanlar tuhaf biçimde birbirine bağlanır. Mutlu mutlu çalışır gidersin, kriz anlarını da o sarıldığın arkadaşların sayesinde atlatıverirsin. Sıkıntılar hatırlanmaz. Hep, "Ne kadar güzeldik, efsaneydik, şahaneydik..." cümleleri kurulur gidenlerle kalanlar arasında. Tüm bu süre zarfında ben de çok güzel insanlar tanıdım burada. Arkadaş edindim, dost oldum, kardeş buldum... Duygusal zekam tavan yaptı.

Çok pis takarım!

Resim
Siz bir şeylere takar mısınız? Ben fena halde takarım, hem de ağır takarım. Bazen bir yerlere gitmeye takarım, gittikçe rahatlarım. Bazen kitaplara takarım, almalara doyamam. Birikir, birikir. Sonra da bitirmeye takarım. Bazen bir t-shirte takarım. Parçalayana kadar giyer dururum. Bazen de şarkılara. Ruh halime göre değişir. Bazen dipteyim, sondayım, depresyondayım mode on, bazen de bir elimde cımbız, bir elimde ayna, umurumda mı dünya! Şehirlere takarım. Bazen demedim, bunlar sabit çünkü. İstanbul en büyük takıntım. Bodrum, Paris hemen arkasından gelenler. Şu ara da yeni bir takıntım var efendim. Öğle aralarında bilgisayarımı alıp aşağıdaki cafeye inip, sade Türk kahvesi içerken bir şeyler okuyup yazma takıntısı. Taze geldi. Çok zevkli. Vazgeçemiyorum. Bilenler bilir, bizim işimiz çok trafikli. Ne telefon susar, ne gelen giden mail durur, ne in aşağı-çık yukarılar biter. Yeni takıntım bu hızlı işleyişten kaçış oldu bana. Açıyorum bloğumu yazıyorum. Kulağımda kulakl

Huysuz Şirin olmak mı?

Resim
Ne baharmış! Ne havasından memnun olabildim, ne rehavetinden. Mayıs geldi de biraz biraz yazı hissetmeye başladım gibi. Havayı güzel görünce Caddebostan'a attım kendimi geçen pazar. Kadıköylüler bilir. Bizim tarafın insanlarının en sevdiği yaz aktivitelerinden biridir çimenlere gitmek. Aldım kitabımı, kahvemi, colamı, sigaramı. Yaydım çimenlerin üzerine örtümü. Bağdaş kurup oturdum. Uzun uzun denizi seyrettim önce. Ara ara kapattım gözlerimi, rüzgarı hissettim. Ne kadar basit değil mi? Bir örtü ve bir kitapla bütün günü geçirdim. Ayakkabılarımı çıkardım, toprağa bastım. Yan örtüdeki komşuların ikram ettiği kabak çekirdeğini çitledim. Bir ara arkadaşlarım vardı yanımla, iki lafın belini kırdık. İki arada bir derede kurban bayramının tatil planını yaptık. Günün sonunda içimi sıkan bir takım düşüncelerin vücuduma yaydığı negatif elektiriği bastığım toprağın üzerine bırakıp öyle döndüm evime.  Ve orada oturduğum müddetçe bu kadar şanslı olduğum iç

Davul bile dengi dengine (mi?)

Salı günü uyandım, giyindim ve kendimi dışarı attım. Hedefim de belliydi. İlla ki adaya gitmek istedim. Ama hangi ada? Büyükada olamazdı, günlerden 23 Nisandı çünkü ve tepedeki Aya Yorgi Kilisesi'nin tek dilek günüydü. Akın akın insan gidiyordu zaten ve kafa dinlemek mümkün olmazdı. O zaman Burgaz dedim. Atladım motora. Yarım saat sonra Burgaz'daydım. Sevdiğim cafe-pastane arası minik bir dükkan var, iskelenin hemen karşısında. Oradan güzel bir masa seçtim kendime. Kahvaltı sipariş ettim. Önden de bir çay istedim. Yaktım sigaramı, açtım kitabımı... Telefonumu da şarja koymasını rica ettim garson beyden, tüm yol boyunca 15000 tane fotograf çektiğim ve sosyal mecralarda gezdiğim için elbette ki dayanamamıştı şarjım. Yani kulağımda kulaklık ve müzik yoktu. Çok uzun zamandır yolda, takside, cafede her nerede tek başımaysam o kulaklıklar hep kulağımda.  Dışarıdan gelen sesleri unutmuşum. Bir müddet hem okudum hem de dinledim. Köpek sesi, kuş sesi, çoc

Rüyalar...

Sabah 06:30'da birden açıldı gözlerim. Gördüğüm rüyaya rağmen çok kötü hissetmiyordum kendimi. Muhtemelen henüz gerçekliğinin tesiri devam ettiği içindi. Sonra yavaş yavaş fluelaşmaya başladı. Sonunda yok oldu gitti. Uyumuşum. Saat 09:00'da uyandım tekrar ancak. İşte artık kötü hissediyordum kendimi. Hiç de görmek istemediğim birileriyle rüya yoluyla da olsa karşılaşmıştım. Konuşmuş, tartışmış, üzülmüş, yorgun düşmüş ama sonunda bir yolunu bulmuştum. Tam derin bir oh çekecekken açılmıştı gözlerim. Ve bulduğum yol da rüyamla birlikte yok olup gitmişti. http://www.youtube.com/watch?v=t1TzaDblzgs

26 Şubat iyi geldi...

Şöyle bir geriden bugüne doğru okudum bu yasaksız defteri. Ne kadar çok yazmışım. Ne kadar çok akıtmışım içimdeki acıyı, sevinci, endişeyi size. Benim taşıdığım ağır gelmiş anlaşılan, bir kısmını da size yüklemişim. Parmaklarım yine klavyenin üzerinde geziniyor işte, bazen hiç tutamıyorum kendimi. Bu sefer kederli bir şeyler yazmayacağım, içinizi karartmayacağım çünkü içim kıpır kıpır... Üst üste iki güzel haber aldım. Belki ikisi de çok önemli değil, belki kalıcı bile değil orası belli olmaz ama yine de havamı değiştirdi, yüzümü güldürdü ya, o bana yetti. Bu güzel haberlerin ikisini de sadece bir kişiyle konuştum çünkü biri benimdi, biri de onun. Sesini duymak, bunları konuşmak iyi geldi, sakinleştirdi. İnsanoğlu ne tuhaf, ya da belki benim tuhaf olan. Bir kaç telefon ile uçuşuyor eteklerim. Büyüyemedi gitti içimdeki kız.

Döngü...

Biz bugün genç bir insanla vedalaştık. Sırası gelmemiş, ani bir veda, onu tanıyan herkesi çok derinden etkiledi. Umuyorum hep ışıklar içinde olacak. Ve yine bugün küçücük bir bebek geldi hayatımıza. 9 aydır yolunu gözlediğimiz yakışıklı bir oğlan. Bir kaç saat ara ile biri ile vedalaşırken, bir diğerini karşıladık. Hep öyle derler zaten, biri ölür, biri doğar... Yine de ikisini aynı gün içinde yaşamak gerçekten çok tuhaf şeyler düşündürüyor insana. İçim karmakarışık.