Kayıtlar

Ekim, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Tasvir

Bir uçurumun kenarında durur gibi Döner başın, kayar ayağın Yine de bir adım geri atamazsın. Esen rüzgara bırakırsın kendini Beklersin Zamandan medet uman yaran Kapanmaz hiçbir zaman. İşte bu insanı kendine esir eden Kendinden bile vaz geçiren Sarmaşık olur sarar her yanını Adına Aşk denilen sinsi düşman...

Muamma?

"Göz gördü, gönül sevdi" desem değil. Öyle olsaydı "Gözden ırak olan gönülden de ırak olur"du. Başka bir şey oldu. İnceden inceye. Belki de tam da bu yüzden böyle oldu...

İskelede...

Resim
Söyle bana lacivert kadeh, kaç dudak değdi sana? Kaçı efkarla, kaçı umutla buluştu seninle bir akşam üzeri bu tahta masada? Kaç kişinin omuzlarındaki yükü paylaştı bu eski püskü sandalyeler? Ya sen deniz? Kaç kişinin gözünden akan yaşlara karıştın hırçın dalgalarını vururken karaya? Söyle bana lacivert kadeh! Kaç aşığın dudağı değdi sana?

Ortak metinler...

Hiç tanımadığın bir adam, hiç tanımadığın bir kadına satırlar dizer ardı ardına. İtiraf gibi, özür gibi, kendine aynada çıplak bakar gibi. Bakarken kendi kendini infaz eder gibi. Her satırda, yavaş yavaş. Gün gelir sen de tanışırsın bu satırlarla. Başka bir zamanda, başka bir kadına yazılan bu satırlarla. Yavaş yavaş gezinirken gözlerin cümlelerin üzerinde eş zamanlı olarak bir burulma hissedersin midende, ardından istemsizce gözlerin dolar. O zaman okuduğun metnin gerçek olduğunu fark etmeye başlarsın. Çünkü bu kadar pişmanlık ve acıyla yazılmış hiçbir metin kurmaca olamaz. Çünkü acı, şakacıktan anlatılamaz... "Sevgili Bilge, Bana bir mektup yazmış olsaydın, ben de sana cevap vermiş olsaydım. Ya da son buluşmamızda büyük bir fırtına kopmuş olsaydı aramızda ve birçok söz yarım kalsaydı, birçok mesele çözüme bağlanamadan büyük bir öfke ve şiddet içinde ayrılmış olsaydık da yazmak, anlatmak, birbirini seven iki insan olarak konuşmak kaçınılmaz olsaydı. Sana durup dururken yazma