Kayıtlar

2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Tasvir

Umutsuzluk. Çok derin ve karanlık bir duygu. Uyuyorsun olmuyor, uyanıkken yaşatmıyor. Yazıyorsun azalmıyor, duaya sığınıyorsun geçmiyor. Bir kere kapıldın mı aklını, ruhunu gasp ediyor. Bir nevi hastalık sanırım.

Anlaşılamamak!

Bazen bazı şeyleri istesen de istemesen de yapmak zorunda kalıyorsun. Ya da istesen de istemesen de bir yerde bulunmak zorunda kalıyorsun mesela. Aklı ermeyen, ne desen anlamayan insanlara laf anlatmak zorunda kalıyorsun. Anlamıyorlar tabi. Anlayamazlar zaten zira anlamaya gönülleri yok. Zaten bence hiç gönül mönül de yok onlarda. Öyle kan pompalayan bir organ sadece sol göğüs kafeslerinde yatan. İşte ben kendimi çok fena sıkışmış hissediyorum böyle şeyler yaşandığım zamanlarda. Böyle içimden ne gelirse söylemek, icabında kafa göz girmek istiyorum. Rahatlamanın en kısa yolu bu aslında. Yapamıyorum tabi. Sonra o sıkıntı içimde büyüyor, büyüyor, büyüyor ve içimdeki diğer sorunlarımla da birleşip kocaman bir kar topu oluyor, geliyor iki göğsümün arasına oturuyor. Ağlayamıyorum da zaten çok uzun zamandır (ve bundan nefret ediyorum, çözüleceğim günü bekliyorum hasretle) öyle hiçbir şey yapamadan dinginleşmeyi bekliyorum. Hiç akıllı işi değil bu biliyor musunuz. Çok gerekmedikçe yapmayın.

Tesadüf değiliz...

Resim
Ne düşünüyorum biliyor musun? Sen dünyanın bir ucuna gitsen ve ben hep burada kalsam. Ya da sen hep olduğun yerde kalsan ama ben bambaşka denizlere yelken açsam... Başımıza olmadık işler gelse ya da hayat olduğunca rutininde devam etse... Bizde değişen hiçbir şey olmayacak. Bunu çok uzun zaman önce fark ettim. Bence sen de fark ettin. Biz birbirimizin hayatlarının içinden geçip gitmeyeceğiz. Uzak ya da yakın bazen ama hep birbirimizin civarında olacağız. Ve ben bir süredir yaptığım gibi senin her halini ayrı ayrı sevmenin tadını çıkarmaya devam edeceğim. Temiz kalbim ve berrak aklımla. Etrafımdaki bir çok sevgisiz, içi boş insana inat... Yeni yıl ikimize de iyi gelsin olur mu, n'olur çok çok iyi gelsin...

Zor!

Olmadığın bir şehirde, geçtiğim her sokakta, her caddede, seni arıyor gözlerim. Çok özledim...

Alıntı

Geceye anlattım ben derdimi. Ben anlattıkça o utancından daha da karardı. Belki o an, aynı aya bakıyoruz diye düşündüm hep. İkimiz de... Belki gece sana benden birşeyler söyler, belki bir an aklına düşerim. Belki gözünde bir yaş, ya da nefesinde bir hıçkırık olurum... Ben hep geceye seni anlattım, seni. Gecelerce...

Senden ötürü...

Resim
Sana bir teşekkür borçluyum. Yüzüme kondurduğun gülümseme için. İyi ki varsın sen, iyi ki...

Tasvir

Bir uçurumun kenarında durur gibi Döner başın, kayar ayağın Yine de bir adım geri atamazsın. Esen rüzgara bırakırsın kendini Beklersin Zamandan medet uman yaran Kapanmaz hiçbir zaman. İşte bu insanı kendine esir eden Kendinden bile vaz geçiren Sarmaşık olur sarar her yanını Adına Aşk denilen sinsi düşman...

Muamma?

"Göz gördü, gönül sevdi" desem değil. Öyle olsaydı "Gözden ırak olan gönülden de ırak olur"du. Başka bir şey oldu. İnceden inceye. Belki de tam da bu yüzden böyle oldu...

İskelede...

Resim
Söyle bana lacivert kadeh, kaç dudak değdi sana? Kaçı efkarla, kaçı umutla buluştu seninle bir akşam üzeri bu tahta masada? Kaç kişinin omuzlarındaki yükü paylaştı bu eski püskü sandalyeler? Ya sen deniz? Kaç kişinin gözünden akan yaşlara karıştın hırçın dalgalarını vururken karaya? Söyle bana lacivert kadeh! Kaç aşığın dudağı değdi sana?

Ortak metinler...

Hiç tanımadığın bir adam, hiç tanımadığın bir kadına satırlar dizer ardı ardına. İtiraf gibi, özür gibi, kendine aynada çıplak bakar gibi. Bakarken kendi kendini infaz eder gibi. Her satırda, yavaş yavaş. Gün gelir sen de tanışırsın bu satırlarla. Başka bir zamanda, başka bir kadına yazılan bu satırlarla. Yavaş yavaş gezinirken gözlerin cümlelerin üzerinde eş zamanlı olarak bir burulma hissedersin midende, ardından istemsizce gözlerin dolar. O zaman okuduğun metnin gerçek olduğunu fark etmeye başlarsın. Çünkü bu kadar pişmanlık ve acıyla yazılmış hiçbir metin kurmaca olamaz. Çünkü acı, şakacıktan anlatılamaz... "Sevgili Bilge, Bana bir mektup yazmış olsaydın, ben de sana cevap vermiş olsaydım. Ya da son buluşmamızda büyük bir fırtına kopmuş olsaydı aramızda ve birçok söz yarım kalsaydı, birçok mesele çözüme bağlanamadan büyük bir öfke ve şiddet içinde ayrılmış olsaydık da yazmak, anlatmak, birbirini seven iki insan olarak konuşmak kaçınılmaz olsaydı. Sana durup dururken yazma

Zoraki gün

İşte yine o günlerden birindeyim. Size de oluyordur. İnsanın canı kimseyi görmek istemez, kimseyle konusmak istemez. Yerleşik olmayan, geçici depresyon hali. Geçeceğini bilsen de birisi sana söylesin istersin. Hani konuşmak istemediğin o insanlar var ya, işte onlardan biri yüzüne baksın, gözlerindeki o bulutu görsün istersin. Elbette ki öyle olmaz. Hayat işte, herkes kendi koşuşturmacasında yanından yürüyüp geçer. Mailler atılır, toplantılar yapılır, her şey olması gerektiği gibi devam eder. Olmak istediğin bambaşka bir yerken sen doğru düzgün oksijen bile alamadığın o binanın içinde gününü tamamlarsın için düğüm düğüm. Ben de öyle yaptım ama artık birisi içimdeki 9/8'liğin sesini açabilir mi acaba...

Emel'in Tarığı sevdiği gibi...

Resim
Umut dolu şarkılar söylemek istiyorum sana. Karartma diye içini. Su akıp yolunu bulacak. Her şey çok güzel olacak! Film adı gibi değil mi? Ama ben de zaten filmlerdeki gibi seviyorum seni.

Hicran...

Resim
Günler geçmiş, aylar geçmiş Birikmiş birikmiş, sonunda yıl geçmiş O da yetmemiş, üzerimizden satırlar geçmiş. Bütün bunlar olurken aklım başımdam gitmiş Kalp denen hükümdar beni önüne katıp bilinmeze sürüklemiş -Miş'li geçmiş zamanda anlatılan hikaye bir türlü gelecek zamana erememiş. Tüm bunlar yetmemiş, bir de araya yollar girmiş Paylaşılan gök kubbe hasreti dindirmeye ne yazık ki yetmemiş Ve kızın içinde çalan o kırık Alaturka en sonunda kalemine sirayet etmiş: "Şimdi uzaklardasın, gönül hicranla doldu..." Bir kadeh de benim için iç bu akşam...

Sonunda bitti...

68 gün sonra yeniden rahat bir uyku çekebildim o perşembe aksamı. Sanki yeniden nefes alıyorum. Farkındayım, gözlerim başka bakmaya başladı, yüzümde gizli bir gülümseme. Her gören "Sende bi numara var" diye takılıyor. Karanlık bir sinema salonundan çıkmış gibiyim, acıklı bir filmden. Çok uzun sürdü ama sonunda bitti. Meğer aldığım iki nefesten biri gerçekten seninmiş, sen yokken anladım...

Med Cezir

Aklıma hep ayrılık cümleleri geliyor. Ne yazsam altından ayrılık çıkıyor. Fark etmeden oluyor. Bakıyorum bir paragraf olmuş. Bir paragraf "Ayrılık"! Yok artık! Hemen siliyorum. Kalkıyorum masadan. Bir su içip geliyorum mesela. Açıyorum penceremi önümde uzanan ağaçlara bakıyorum. Bir şarkı dinliyorum sonra, ikimizin sevdiklerinden. Söylüyorum da aynı zamanda. Kendi sesimle aklımdan geçenleri susturmayı deniyorum. Hiç biri işe yaramazsa bir fotoğrafına bakıyorum. O zaman kaçıp gidiyor korkak ayrılık cümleleri. Rahatlıyorum. Cansız bir bakışınla sakinleşiyorum. Cansız bir bakışınla... Oysa ki aynen şarkıdaki gibi bir kıyı meyhanesinde eskimek istiyor canım seninle. Baka baka eskimek gözlerine.... Kah gülerken, kah ağlarken, belki de kapatarak gözerimi tam da sen beni öperken...

Baba gibi...

Geçen yıl ailemizde çok üzücü bir kaybımız oldu. İnsan doğduğu günden beri tanıdığı, sevdiği, yakın olduğu birini kaybedince gerçekten çok büyük yoksunluk hissediyor. Kendisi reklam kokan hareketlerden hoşlanmayan, sade ve ağır bir beyefendi olduğundan ismini vermeden yazıyorum. "Çok sevdiğimiz aile büyüğümüz" diye tanıtabilirim. Tanıdığım en kendine has insanlardan biriydi gerçekten. Bir tarafı aşırı ciddi, daima alçak tondan, ağır cümlelerle konuşan bir karakteri sergilerken diğer yanı çok çok neşeli, aşırı girişken, insanları şakalarıyla gülmekten yerlere yatıran, kahkahalarıyla kulaklara neşe saçan bir adamı yaşatırdı. Başarılı iş adamı, iyi koca, ilgili baba, çok çok iyi dost... Bir insanı böyle bir paragrafla anlatmak elbetteki büyük haksızlık ve hiç yeterli değil, ben sadece aklınızda çok genel de olsa bir resim belirebilsin diye ufak ip uçları vermiş oldum size aslında. O benim için hep büyük destekti. Şahsen maddi hiçbir bağım yoktu kendisiyle, bu değil söyleme

Sudan bir sebep...

Resim
Deniz kenarında büyüdüm ben. O zamanlar Anadolu yakasında henüz sahil yolu falan yok. Önü iskele ve kumsal olan evimiz Göztepe'de. Şimdiki İstanbul'da hayal edilemeyecek bir lüks. Ben mini mini bir kız çocuğuyum. Havalar ısınmaya başlayınca anneler ve çocuklar hep iskelede. Yaz manzaraları hep böyle bizim orada. Sonra mevsim dönüyor, kış geliyor. Evimizin çok ama çok büyük camları var. Çok iyi hatırlıyorum. Özellikle yağmur yağdı mı ben hep pencere kenarında. Uzun uzun oturup seyrediyorum. Uzun uzun uzaklara bakıyorum. Bu arada yaş 4 falan. Bu uzun yıllar böyle devam ediyor, ta ki sahil yolu inşaatı başlayana dek. O inşaatla birlikte babam "bu inşaatı kafamız kaldırmaz" diyor ve biz de Suadiye'deki evimize geçiyoruz. Yıllar geçiyor, büyüyorum. Huyum suyum değişiyor, birçok şey değişiyor ama benim denizle aramdaki ilişki hiç değişmiyor. Hala yağmur yağdığı zaman evimin penceresinden denize bakmayı seviyorum, deniz kenarında olmayan ama uzaktan da olsan denizi g

Ege havası...

Yelkovan akrebi daha mı hızlı kovalıyor gece olunca? Saat kaç olmuş, haberim yok. Denizin kenarında dalga sesleri dinlediğim şarkılara karışmış. Ege'nin tatlı havası tenimde, içkim serin, sigarama eşlik etmiş. Ve ben koca bir arşivi okuyorum son bir kaç saattir. Ne kadar çok yazmışım, ne kadar çok, beni bile şaşırtacak kadar çok. Bazı satırları tekrar tekrar okuyorum, gerçekten ben mi yazmışım? Yoksa mesela Oğuz Atay'dan mı aşırmışım? İnsan ilhamını nereden alıyor? Hasretten mi mesela? Yoksa bir kavuşma anında yaşanan ve tadı başka hiç bir şeyden alınamayan o duygudan mı? Yoksa imkansız mı insanı şair ediyor? Bazı şeylerin yerini hiçbir şey tutmuyor. Yine de insan "o" bazı şeyler kendinde kalsın istiyor. Kimse bilmesin, ileri geri konuşmasın. Çünkü hayat böyle bir şey. Zamanında ileri geri konuştuklarını bir gün geliyor altın tepside sana sunuyor. O saatten sonra sıkıyorsa geri gönder. Hepimiz faniyiz. Hangimiz o kadar güçlüyüz? Öğrendim, ben değil

Tavsiye

Zaman içinde o veya bu sebepten birbiri ile bir şekilde yakın düşmüş kişilerden biri bir vakit acıdan bir şey söyleyemeyecek hale gelmiş ise diğeri tarafından anlaşılmaya çalışılmasında sonsuz fayda vardır aslında. Daha fazla hırpalanmaya gerçekten hali kalmamıştır çünkü. Özellikle sevdikleri tarafından. Biraz naif olmak, dikkatli davranmak kimseye bir şey kaybettirmez, hele de ortada zaten kaybedilecek bir şey kalmamışsa. Maalesef  kalmamışsa... Seven birini bile isteye ısrarla acıtmak, sinesini ok misali sözlerle tekrar tekrar delmek de anlaşılır bir şeydir aslında. Kendi canı yanıyordur ki karşısındakinin de yansın istiyordur. Doğru, egosu yüksek her insanın kolayca düştüğü bir tuzaktır bu ve ancak sebepleri derinlemesine düşünüp inceleyen ve anlamaya çalışan olgun kişiler tarafından düşülmez bu tuzağa. Eğer kişinin kendi iç dünyası bunu yapmaya engel olamıyorsa kendisine verilen tavsiyeyi tutmaya çalışması da ayakta alkışlanabilir zira diğer türlüsü belden aşağı vurmaya girer ki bu

Korku!

O sesi ilk kez duyduğumda "Allahım sen yardım et!" dedim içimden ve yerimden fırlayıp pencereye koştum. Gerçekten F-16'ydı üzerimizden geçen. Ve ben her seferinde 14. kattaki dairemin camından içeri gireceklerini sanarak korkudan kocaman olmuş gözlerimle bakıyordum gökyüzüne. Daha önce hiç yaşamadığım bir duyguydu bu; sevdiklerimi bir daha hiç görememe ihtimali. Uzun uzun anlatmama gerek yok. O geceyi yaşayan herkes benimle paralel şeyler hissetmiştir eminim. Sabahının ve sonraki günlerin ne getireceği bilinmeyen geceyi güne bağlayan uzun, upuzun saatler ve aklımdan geçen tek bir mısra: "Koşullar ağırdı ve ben seni o zamanlarda da seviyordum." 

Acı...

Resim
Bu ne biçim iş, ne ızdırap... Sanki bir ömür böyle geçecek! Oysa ki kitap okurken uzandığım yer yanın olmalıydı, Kolunun altına girmeden bitmemeliydi hiçbir film, Bir kadeh şarabı gözlerin olmadan içmemeliydim... Sormasınlar bana "Nasılsın?" Diye Ortalık kan revan...

Fincana kahve koydum gel...

Resim
Benim sana sözlerim çok birikti. Bir de sana sarılmalarım odalara sığmayacak biliyorum. Ve son olarak göz yaşlarımı tutamazsam bana sakın kızma, Bir kısmı seninkilere karışmak için bekleyip duruyor kirpiğimin ucunda, ne yapsam düşmedi gitti...

Kimsin sen?

Bir ince nefes Karanlıktan sızan bir ışık Eksik kalmış dudağımın diğer yarısı Ve aklımın ucundan bile geçemeyen bazen... Aslında kazanın ta kendisi! Ya da nice insanın hasretini çektiği kalp çarpıntısı? Ve elbette o kadar kolayın içinde sevilen zor! Anlat bana kendini, yetmiyor bildiklerim! Kimsin sen?

Özel isim

İsmini söylemeyi seviyorum. Oysa ki ben genelde sinirli olduğum zamanlarda insanlara isimleriyle seslenirim. Ama seninkini söylediğim zaman kulağıma gelen ses hoşuma gidiyor. Sanki hayatımda daha önce hiç duymamışım gibi. Neden böyle oluyor bilmiyorum. Altı üstü dört harf, iki hece!

Telafi...

Resim
Eksik kalmıştir belki sözlerim diye...

Hasta gibiyim...

Resim
Prenses Adaları'nın birinde Bir otel odasında Kafam biraz güzel Keşke sadece içince gelseydin aklıma Oysa gecemde gündüzümde En saçma sekilde yolda yürürken bile... Varsa bir reçetesi yaz lütfen kurtulayım Sabaha çıkmayacak hasta gibiyim...

Şiir

Bu gece dünyanın öbür ucundan bir ses bir şiir okudu bana... Öyle bir anda okudu ki teşekkür mü etsem küfür mü etsem bilemedim. Hiçbir şey söylemedim, o okudu ben ağladım, hemen arkasından güldüm.... Öyle bir gecede, öyle bir şiir okudu ki bana.... Uykuların kaçar geceleri, bir türlü sabah olmayı bilmez.  Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya,  Deli eden bir uğultudur başlar kulaklarında  Ne çarşaf halden anlar ne yastık.  Girmez pencerelerden beklediğin o aydınlık.  Onun unutamadığın hayali,  Sigaradan derin bir nefes çekmişçesine dolar içine.  Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın.  Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.  Bir gün anlarsın aslında her şeyin boş olduğunu.  Ş erefin, faziletin, iyiliğin, güzelliğin.  Gün gelir de sesini bir kerecik duyabilmek için,  Vurursun başını soğuk taş duvarlara.  Büyür gitgide incinmişliğin kırılmışlığın. Duyarsın, Ta derinden acısını, çaresiz kalmışlığın.  Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.  Bir gün anlarsın ne işe yaradığı

Uyan

Resim
Şarkılar neden dile dolanır? Bence tamamen ihtiyaçtan. Kimse hesap soramaz şarkılarına. Ona da yasak koyacak değiller ya! 

Yazıyla "Kırk", rakamla "40"

Küçük kız (yaş 7): Ben yaşlanınca öyle yapmayacağım! Anne (yaş 27): Kac yaşına gelince yani? Küçük kız: OTUZ! Bu diyalog annemle bana ait, bazı anları nedense hiç unutmazsınız, işte bu da onladan biri. OTUZ! Ne büyük yaştı, hiç gelmeyecek gibi, sanki ben hep 7 kalacakmışım gibi hissederdim. "Yıllar su gibi akıp geçer, anlayamazsın" derdi büyüklerimiz, haklılarmış. Otuz geldi, otuzbes geldi ve bu sene etrafımdaki arkadaşlarımın neredeyse %80'i 40 barajına geldi. Ben de onlardan biriyim, sadece 1 ay uzakta. Her gelen yeni yaşı kucakladığımız gibi onu da sevgiyle kucaklıyoruz elbette ama o daha gelirken bile şöyle bir sorgulatıyor insana kendini. "Şöyle bir silkelen kendine gel" dedirtiyor. Birisi, muhtemelen bir yazar-şair bu misyonu ona yüklemiş o da her geldiğine bu hesaplaşmayı yaptırtıyor. Güzel bir şey, farkındalık iyidir, varsa ters giden bir şey düzeltmeye fırsatın olur belki, yeteri kadar istersen... Hala yaşının insanı olamasam da ve bu 40 m

Öğrenecek çok şey var

Çok arzu ettiği bir şeye kavuşmak için gösterdiği sabır hiç bir şeyin edemediği kadar terbiye eder insanı. Beni etti. Hiç olamaz sandığım bir şey yaptırdı bana. Egomu gömdürdü. Bu bana gerçekten çok ilginç geliyor. "Bu, insanın kendinden ödün vermesi mi?" diye sordum bir bilene, "Kötü bir şey mi bu?" dedim, "Bu beni korkutuyor!" dedim. "Korkma kızım" dedi; "Sevmenin de bin türlü hali vardır. Yakarsın, yıkarsın, hırpalarsın, adına "ihtiras" derler. Yıllarca seversin ama bir kez olsun saçını okşamazsın, "sevgisini gösteremiyor" derler. Sevmekten öyle sıkarsın ki, sevdiğinin oksijeni kalmaz, solar zavallı sen istemesen de, adına "vay be ama çok sevdi" derler. Seversin, evine alırsın, hayatına, yatağına alırsın, ailen yaparsın ama belki de kıymetini bilmez, bir müddet sonra bir bakmışsın seni dinlemez, anlatır durur kendini ama seni görmez. Düşen omuzlarını, duran kalbini, solan yüzünü görmez, soluk alamadığın

Olabilir mi?

Resim
Bazen iki insan Önceki hayatlardan t anışırlarmış  Aynı aşkı tekrar Tekrar yaşarlarmış Bence bizimkisi Böyle aşklardan Yoksa nasıl böyle Tanıdık gelirdi Bana en başından

"Korkmak" ne faydasız kelime...

Küçük bir çocuğun yokuş aşağı koşması gibi seni düşünmek... Biraz heyecan, biraz da düşecekmiş korkusu... Cemal Süreya Şair "biraz" demiş, az bile söylemiş! Yüreği ağızına geliyor, elleri buz kesiyor insanın Ama sevmek çok acayip bir şey Korkularını toprağa gömdürüyor sonunda...

Sığınak

Yüzümün düştüğü zamanlarda satırlara sığınıyorum Bazen seninkilere, bazen benimkilere Bu zor zamanları geçirmeye çalışırken Bir tek bize dair satırlara inanıyorum...

Saklanmış iki satır...

"Tanrı şahit ki mutluluk goncasıydım ben   Aşkın eli geldi ve dalımdan kopardı beni"

Onları sevmiyorum!

Seni üzen herkese sapanla taş atmak istiyorum!

Biçare...

Resim
Derinlik sarhoşluğu yaşar gibiyim. Ve ben seni çok özledim. Küçücük kalbimi acıtırcasına sıkıştıracak, Aldığım nefesi kesecek kadar çok...

Yara

Resim
Gözümden akan yaş oldun bu gece sen benim Okurken yanan gözlerim Aynı saniyede hem korkularım hem sevinçlerim...