Kayıtlar

Aralık, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Olan biten...

Resim
Tarihe bak, 30 Aralık! Ve ben bu sene hiç bir şekilde yeni yıl moduna giremedim. Daha bir tane bile hediye almadım mesela. Yıllar sonra ilk kez dışarıda bir yıl başı geçireceğiz ama daha elbisemi almadım, yüksek topuklu rugan ayakkabı istiyorum aslında ama daha bir tek vitrine bile bakmadım. Bu kadar hevessizsin madem neden yazıyorsun dersen, bir yıl sonu kapanışı yapayım dedim. Bugünlerde birisinin ağzıma doladığı gibi "değerlendirelim" dedim yani. 2011 gerçekten de çok stabil giden hayat çizgimin içinde oldukça farklı inişler çıkışlar yaşadığım bir yıl oldu. Annemi yoklayan hastalık, hepimizin ağzını yüreğine getirdi, hiç bu kadar büyük bir korku yaşadığımı hatırlamıyorum hayatta, Allah bir daha da yaşatmasın. Ne bana, ne de kimselere, düşmanıma bile hatta! Geldi de geçti! Sonra Mart ayında 35 geldi, iyi dedim bağrıma bastım. Hoş gelmiş. Hep derlerdi, bazı yaşlar insanın hayatında mihenk taşıdır, kendine gelirsin, ne olduğunu anlarsın, ne olmadığını da. Öyleymiş gerçekten.

Olmaz, olmaz deme, "Olmaz" olmaz!

Resim
Anladım ben, "olmaz" diye bir şey gerçekten yok. Sen istediğin kadar yırt kendini. İstediğin kadar güçlü dur. İstediğin kadar anlat. Olacakla, öleceğe çare yokmuş. Bir de bütün bunlar yaşanmadan bilinmezmiş. Hayat resmen dalga geçiyor insanla. İstersen kader de, istersen seçim. Artık için nasıl rahat edecekse... http://www.youtube.com/watch?v=aQcIfrPIOsg&feature=related

Gün sayılı da olsa...

Resim
Çok özledim seni be! Herhangi bir durumda göz göze gelip patlayana kadar gülmeyi, ya da hemen kirpiğimizin kenarında duran iki damla göz yaşımızı beraber dökmeyi. Rakı masasında 7-8 saatin sonunda geyiğin en alasına bağlayarak bitirdiğimiz, geceleri sabahlara çıkardığımız seansları. Aynı gecenin sabahında akşamın kritiğini yapmak için tekrar konuşarak geçirdiğimiz uzun uzun saatleri. Yeni gelişen durumlar karşısında yaptığın değerlendirmelerini, hiç uygulanmayacağını, herkesin kafasına göre takılacağını bildiğin ve doğrusunun bu olduğunu düşündüğün halde gerçek dost olmanın sorumluluğu ile bin kere de olsa bıkmadan anlattığın yapılması gerekenler listesini. Günde üç posta kapattığın kahve fincanını. Her ama her aradığımda duymaktan yıldığım telefonundaki meşgul sesini. Renkli kalemlerini. Sarı Sokaklara beraber gitmeyi... Daha bir milyon tane şeyi. Şimdi sen yokken bunların çoğunu iki kişi yapıyoruz. Emanetlerine iyi bakıyoruz. O bana, ben de ona:) Çalışıyoruz en azından. Ama şu ara ik

"Zıvanadan çıkmak" ne demek?

Sizin doğrularınız ne kadar da büyük ve yaşanmışlıklarınız ne kadar da çok. Öyle ki beni yargılayabiliyorsunuz. Saygı duyardım. Keşke bilmeseydim aslında ne kadar da küçük dünyalarınız olduğunu. O zaman fikirlerinizin benim için bir geçerliliği olabilirdi belki. Ama siz dünyayı ne kadar biliyorsunuz, ya da geç koca dünyayı, benim dünyamı ne kadar biliyorsunuz. Bildiğinizi sanıyorsanız büyük bir yanılgı içindesiniz. Benim kocaman bir dünyam var. Öyle büyük ki içinde size bile yer var! Benim kocaman bir kalbim var, her şeye rağmen hala içinde yeriniz var. Yine de fazla zorlamayın benim tahammül sınırlarımı. Bir kalemde silmişliğim var! Göz dağı değil bu! Hayal kırıklığımın yarattığı öfke. Kalbimden geçen. Öyle ki, neredeyse üzerinde benden başka kimsenin olmadığı bir adaya, yanıma üç şey alıp gidesim var! Sıyrılın maskelerinizden. Ya iyi olun, ya kötü! Bu kadar arada kalmak insanı yorar. Sizin bu gri haliniz beni kararttı! Ya benim olun, ya "el" olun. Ama ikisini birden istemey

Aslanlar gerekeni yaptı...

Resim
4 yaşındaydım Galatasaray marşını ilk söyleyip, Galatasaraylı olup, Galatasaraylı öleceğime dair andımı içtiğimde. Fenerbahçe taraftarı olan babam, 4 yaşındaki küçük kızını elinden tutup Galatasaray SK'nın yüzme okuluna kayıt ettirmişti. Her sabah marşımı söyleyip, andımı içtim. O yaşta bile tüylerim diken diken olur, içim titrerdi yanında Türk Bayrağı dalgalanan o bayrağın önünde marşımızı söylerken. O yıl bir sezon gittim, sonra 8 yaşında bir sezon daha gittim. Galatasaraylı olmak ne demek taa o zamanlar öğrendim ben. Sonra da yolumdan dönmedim zaten. Fenerbahçeli babanın fanatik Galatasaraylı kızı olarak hep sonsuz zevk aldım babamı kızdırmaktan. Fenerbahçe'nin kaybettiği Çaykur Rize maçları sonrası kendisine taze demlenmiş tavşan kanı çaylar ikram ettim, o da kaybettiğimiz Denizli Spor maçlarının sabahında horoz sesleriyle uyandırdı beni. Böyle tatlı tatlı didişip duruyoruz yıllardır. "Kendi ellerinle yaptın" diyorum, "katlanacaksın:)" Fair play'e i

İçimde çalıyor bir kırık alaturka...

Size şöyle güzel güzel, cıvıl cıvıl bir şeyler anlatayım diyorum ama olmuyor bir türlü. Hep geceleri yazdığım için mi böyle oluyor acaba? Karanlık çökünce benim de mi içim kararıyor acaba? Halbuki geceyi severim ben gündüzden çok. Bir şeyler ters gitmeye başlayınca her şey mi üst üste gelir? Bu bozulamayan bir klişe midir? Sanki birisi bir düğmeye bastı, herşey karma karışık oldu, sanki biri domino taşlarının ilkine dokundu, sırayla tıkır tıkır yıkılıyor hepsi. Extra değişken ruh halim günden geceye inişli çıkışlı ilerliyor. Tabi ki sürekli böyle hissetmiyorum. Kötü yani. Ama tam derin bir "ohhhh" çekerken bir taş daha devriliyor. Hooop dön en başa. N'aapsam, kurşun falan mı döktürsem acaba tepemde dönüp duran bu kara bulutların dağılması için? Sorgulamaktan sıkıldım, düşünmekten yoruldum, kafamda dolaşan tilkilerin kuyrukları birbirine değmesin diye sürekli uyanık kalmak zorunda olmaktan daraldım! Bu kadar düşündüm de bir soruca varabildim mi? Elbette hayır. İyi düşün di

Olmak ya da olmamak:)

Resim
Dün gece eve dönünce ne okusam diye kitaplarımı karıştırdım. Başucumda duranlardan bir tanesi de, geçen sene Galata'daki ofisine gittiğimde tanıştığım, acayip sempatik, egodan arınmış, tipik kız arkadaş modeli bir insan olan Bahar Korçan'ın imzaladığı, kırmızı kumaş kaplı, içinde eskizlerinin, yazılarının bulunduğu kitap. İlk aldığımda her bir yerini incelemiştim. Çünkü şablonsuz. Her sayfası farklı tasarlanmış, insanda merak uyandırıyor. Bir sayfaya şunları karalamış mesela: Oldum olası Olası şeyleri Olması gerekenleri Zorunlu "Ol" hallerini Olmak fiilini berbat edenleri Hele olası sevgileri Hiç sevmedim. Zorunlu olmalar Olabilecek aşkları Yaşanacak anları "Ol" halinden "Zor" haline dönüştürür. Onun için; Zorunlu hallerden geçip Öz "Ol" halinle Sev beni_ Ne kadar güzel anlatmış... Ne bir eksik, ne bir fazla. Hissettiğim kadar. Olmasını istediğim gibi... http://grooveshark.com/#/s/Aklimin+Iplerini+Saldim/32czfR?src=5

What about me?

Resim
Aynı anda herkesi birden mutlu etmek mümkün mü? Anneni, babanı, sevgilini, en yakın arkadaşları, iş arkadaşını, patronunu, müşterini... Bir de en son halin kalırsa kendini! Uzun zamandır bunun için uğraşıyorum ama görüyorum ki mümkün değil. Başkaları için yaşamıyorum ama bazılarını sevdiğim ve istediğim için, bazılarını da görevim olduğu için yapmaya çalışıyorum. E olmuyor tabi. İllaki bir şeyler daha az oluyor, birileri mutluyken, birileri mutsuz oluyor, bütün çabama rağmen. Çünkü benden bir tane var. Bir tanecik kalbim, bir tanecik beynim, muhteşem gülüşümü sergilemeye yarayan bir tanecik ağzım, güzel laflarımı dışa vurmak için bir tanecik de dilim! E olmuyor, yetemiyorum işte. Ondan sonra gelsin sorular. Neden suratın asık senin?, beni niye aramıyorsun?, mesajıma neden cevap vermedin?, neden gelmedin?, neden gülmedin?, neden sevmedin? Falan, falan, falan... Bu kadarım arkadaşım ben. Mükemmel değilim. Nasıl olunur onu da bilmiyorum. Bugünlerde her türlü sabıkalıyım senin anlayacağın
Hiç konuşmadın. Sonra bir konuştun... Bütün konuşmadıklarına bedel! Dinledim. Söylemek istedim, nasıl anlatacağımı bilemedim. Sen söyledin rahatladın. Ama işte yine hiç bir şey sormadın...