Kayıtlar

Ağustos, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Med Cezir

Aklıma hep ayrılık cümleleri geliyor. Ne yazsam altından ayrılık çıkıyor. Fark etmeden oluyor. Bakıyorum bir paragraf olmuş. Bir paragraf "Ayrılık"! Yok artık! Hemen siliyorum. Kalkıyorum masadan. Bir su içip geliyorum mesela. Açıyorum penceremi önümde uzanan ağaçlara bakıyorum. Bir şarkı dinliyorum sonra, ikimizin sevdiklerinden. Söylüyorum da aynı zamanda. Kendi sesimle aklımdan geçenleri susturmayı deniyorum. Hiç biri işe yaramazsa bir fotoğrafına bakıyorum. O zaman kaçıp gidiyor korkak ayrılık cümleleri. Rahatlıyorum. Cansız bir bakışınla sakinleşiyorum. Cansız bir bakışınla... Oysa ki aynen şarkıdaki gibi bir kıyı meyhanesinde eskimek istiyor canım seninle. Baka baka eskimek gözlerine.... Kah gülerken, kah ağlarken, belki de kapatarak gözerimi tam da sen beni öperken...

Baba gibi...

Geçen yıl ailemizde çok üzücü bir kaybımız oldu. İnsan doğduğu günden beri tanıdığı, sevdiği, yakın olduğu birini kaybedince gerçekten çok büyük yoksunluk hissediyor. Kendisi reklam kokan hareketlerden hoşlanmayan, sade ve ağır bir beyefendi olduğundan ismini vermeden yazıyorum. "Çok sevdiğimiz aile büyüğümüz" diye tanıtabilirim. Tanıdığım en kendine has insanlardan biriydi gerçekten. Bir tarafı aşırı ciddi, daima alçak tondan, ağır cümlelerle konuşan bir karakteri sergilerken diğer yanı çok çok neşeli, aşırı girişken, insanları şakalarıyla gülmekten yerlere yatıran, kahkahalarıyla kulaklara neşe saçan bir adamı yaşatırdı. Başarılı iş adamı, iyi koca, ilgili baba, çok çok iyi dost... Bir insanı böyle bir paragrafla anlatmak elbetteki büyük haksızlık ve hiç yeterli değil, ben sadece aklınızda çok genel de olsa bir resim belirebilsin diye ufak ip uçları vermiş oldum size aslında. O benim için hep büyük destekti. Şahsen maddi hiçbir bağım yoktu kendisiyle, bu değil söyleme

Sudan bir sebep...

Resim
Deniz kenarında büyüdüm ben. O zamanlar Anadolu yakasında henüz sahil yolu falan yok. Önü iskele ve kumsal olan evimiz Göztepe'de. Şimdiki İstanbul'da hayal edilemeyecek bir lüks. Ben mini mini bir kız çocuğuyum. Havalar ısınmaya başlayınca anneler ve çocuklar hep iskelede. Yaz manzaraları hep böyle bizim orada. Sonra mevsim dönüyor, kış geliyor. Evimizin çok ama çok büyük camları var. Çok iyi hatırlıyorum. Özellikle yağmur yağdı mı ben hep pencere kenarında. Uzun uzun oturup seyrediyorum. Uzun uzun uzaklara bakıyorum. Bu arada yaş 4 falan. Bu uzun yıllar böyle devam ediyor, ta ki sahil yolu inşaatı başlayana dek. O inşaatla birlikte babam "bu inşaatı kafamız kaldırmaz" diyor ve biz de Suadiye'deki evimize geçiyoruz. Yıllar geçiyor, büyüyorum. Huyum suyum değişiyor, birçok şey değişiyor ama benim denizle aramdaki ilişki hiç değişmiyor. Hala yağmur yağdığı zaman evimin penceresinden denize bakmayı seviyorum, deniz kenarında olmayan ama uzaktan da olsan denizi g

Ege havası...

Yelkovan akrebi daha mı hızlı kovalıyor gece olunca? Saat kaç olmuş, haberim yok. Denizin kenarında dalga sesleri dinlediğim şarkılara karışmış. Ege'nin tatlı havası tenimde, içkim serin, sigarama eşlik etmiş. Ve ben koca bir arşivi okuyorum son bir kaç saattir. Ne kadar çok yazmışım, ne kadar çok, beni bile şaşırtacak kadar çok. Bazı satırları tekrar tekrar okuyorum, gerçekten ben mi yazmışım? Yoksa mesela Oğuz Atay'dan mı aşırmışım? İnsan ilhamını nereden alıyor? Hasretten mi mesela? Yoksa bir kavuşma anında yaşanan ve tadı başka hiç bir şeyden alınamayan o duygudan mı? Yoksa imkansız mı insanı şair ediyor? Bazı şeylerin yerini hiçbir şey tutmuyor. Yine de insan "o" bazı şeyler kendinde kalsın istiyor. Kimse bilmesin, ileri geri konuşmasın. Çünkü hayat böyle bir şey. Zamanında ileri geri konuştuklarını bir gün geliyor altın tepside sana sunuyor. O saatten sonra sıkıyorsa geri gönder. Hepimiz faniyiz. Hangimiz o kadar güçlüyüz? Öğrendim, ben değil