Ne baharmış! Ne havasından memnun olabildim, ne rehavetinden. Mayıs geldi de biraz biraz yazı hissetmeye başladım gibi. Havayı güzel görünce Caddebostan'a attım kendimi geçen pazar. Kadıköylüler bilir. Bizim tarafın insanlarının en sevdiği yaz aktivitelerinden biridir çimenlere gitmek. Aldım kitabımı, kahvemi, colamı, sigaramı. Yaydım çimenlerin üzerine örtümü. Bağdaş kurup oturdum. Uzun uzun denizi seyrettim önce. Ara ara kapattım gözlerimi, rüzgarı hissettim. Ne kadar basit değil mi? Bir örtü ve bir kitapla bütün günü geçirdim. Ayakkabılarımı çıkardım, toprağa bastım. Yan örtüdeki komşuların ikram ettiği kabak çekirdeğini çitledim. Bir ara arkadaşlarım vardı yanımla, iki lafın belini kırdık. İki arada bir derede kurban bayramının tatil planını yaptık. Günün sonunda içimi sıkan bir takım düşüncelerin vücuduma yaydığı negatif elektiriği bastığım toprağın üzerine bırakıp öyle döndüm evime. Ve orada oturduğum müddetçe bu kadar şanslı olduğum iç
Kıpkırmızı bir kadehle salona geldiğim anda başladı şarkı. Senin de çok sevdiğin bir şarkıydı. "Off!" dedim içimden, "Off ya!" Sonra sanki daha önce hiç dinlememişim gibi ezbere bildiğim satırları bilmem kaçıncı kez tekrar dikkatle dinlemeye başladım. Aklımdan neler geçti bilsen. Bilirsin aslında. Bir tek sen bilebilirsin. Hesapta içimizde gözü kara olan sendin. Senin gözün karaydı bense çekingendim. Korkaktım da diyebiliriz. Diyelim hatta. Korkaktım evet. Seninle birlikte değiştim. Seni sevdikçe daha yürekli oldum ben. Daha cesur oldum. Gözlerine bakıp anladıklarımı senin de sesin olup ikimizin yerine söyledim. Şimdi yazarken tekrar düşünüyorum da, benim de korkularım geçmemişti aslında konuşurken. Tam olarak ustanın söylediği gibiydi aslında: "Küçük bir çocuğun yokuş aşağı koşması gibi seni düşünmek... Biraz heyecan, biraz da düşecekmiş korkusu" Söylemek istediklerim korktuklarımdan fazlaydı. Hem korktum, ödüm patladı hem de konuştum. Yazdım. Söyledim.
Salı günü uyandım, giyindim ve kendimi dışarı attım. Hedefim de belliydi. İlla ki adaya gitmek istedim. Ama hangi ada? Büyükada olamazdı, günlerden 23 Nisandı çünkü ve tepedeki Aya Yorgi Kilisesi'nin tek dilek günüydü. Akın akın insan gidiyordu zaten ve kafa dinlemek mümkün olmazdı. O zaman Burgaz dedim. Atladım motora. Yarım saat sonra Burgaz'daydım. Sevdiğim cafe-pastane arası minik bir dükkan var, iskelenin hemen karşısında. Oradan güzel bir masa seçtim kendime. Kahvaltı sipariş ettim. Önden de bir çay istedim. Yaktım sigaramı, açtım kitabımı... Telefonumu da şarja koymasını rica ettim garson beyden, tüm yol boyunca 15000 tane fotograf çektiğim ve sosyal mecralarda gezdiğim için elbette ki dayanamamıştı şarjım. Yani kulağımda kulaklık ve müzik yoktu. Çok uzun zamandır yolda, takside, cafede her nerede tek başımaysam o kulaklıklar hep kulağımda. Dışarıdan gelen sesleri unutmuşum. Bir müddet hem okudum hem de dinledim. Köpek sesi, kuş sesi, çoc
Yorumlar
Yorum Gönder