İstanbul




Çılgınca yağan yağmur az sonra camlarımı kırıp içeri girecekmiş gibi. Kötü bir kış günü yaşıyor İstanbul. Hava aydınlık olmasına rağmen dışarda göz gözü görmüyor. Biraz sis biraz da bacalardan çıkan dumanlar yüzünden sanırım. Pencereyi açıp hava almak istiyorum ama rüzgar öyle kuvvetli ki ürperip geri çekiliyorum. Kuş bakışı gördüğüm trafik arapsaçı. Şu an araba kullanmak zorunda olmadığım için kendimi şanslı hissediyorum. Gerçi şu anda kullanmıyor olmak geçici mutluluk zira ben hergün o trafikle en az üç saat uğraşıyorum. Anadolu yakasındaki evimden çıkıp Avrupa yakasındaki işime gitmek ve sonra akşam dönmek için harcadığım üç saat. Ömrümden boşa giden üç saat. Haftada 15, ayda ve yılda bilmem kaç saat...

Hayat zaten çok pahalıyken, günler hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşıyla birbirini kovalarken ve sevdiklerime ayıracak saatlerim bile kısıtlıyken nedir bu şehirde beni tutan diye soruyorum kendime zaman zaman. Sonra her sabah ve her akşam şikayet ettiğim o trafikle boğuşarak Boğaz Köprüsü'nün üzerinden geçerken tekrar tekrar şükrederken yakalıyorum kendimi. Hiç sekmiyor, her geçişimde aynı duyguyu yaşıyorum. Her seferinde Boğaz'a şöyle bir tepeden bakıyorum, hava ne kadar soğuk da olsa arabanın camını açıp rüzgarın saçlarımdan geçmesine izin veriyorum. İstanbul, terk etmek isteyip de tutkuyla bağlı olduğum, onsuz yaşayamayacağım sevgilim gibi. Vazgeçemiyorum. Senede birkaç kez kafamın içinde dolaşan "Gidicem bu şehirden, çok yorucu." düşüncesinin sadece düşüncede kalmasına bence yine kendim sebep oluyorum. Ben aslında başka biryerde yaşamak istemiyorum.

Bu şehirde doğup büyümeyenler için çok da anlamlı olmayabilir bu duygularım. Belki buranın gerçek yerlileri beni daha iyi anlayabilecektir. Bu şehrin dokusuna, tarihine, caddelerine, 24 saat durmayan hayatına bayılıyorum ben. Her fırsatta kaçıp gittiğim sahillerine, Boğazın iki tarafında inci gibi dizilmiş Rumeli Hisarına, Bebeğe, Yeniköy'e, Salacağa, Beylerbeyine, Kandilliye bayılıyorum. Bir yakadan diğer tarafa bakarken gördüğüm inişli çıkışlı silüetine bayılıyorum. Her elimi attığımda bulabileceğimi bildiğim, tiyatrosuna, sinemasına, konser salonuna, müzesine, gezilecek saraylarına, elinde balık ekmekle atlayıp karşı kıyıya geçebileceğin, vapuruna, motoruna, en sıkıcı günün sonunda ayak bastığın anda kendini bambaşka biryerde hissettiren adalarına, göklerdeki martılarına, sokaklarındaki kedilerine, köpeklerine bayılıyorum. Tüm keşmekeşine rağmen, zorluğuna, kalabalığına rağmen bu şehir yaşamaya değer diyorum her seferinde.

Eğer satırlarımla yeteri kadar geçiremediysem size içimdeki duyguyu Orhan Veli'nin mısralarına bir göz atmanızı tavsiye ederim yeniden, baştan sona okumanızı. O, yıllar önce aynı sevdaya düşmüş de yazmış bu mısraları. Yıllar sonra ben de onun gibi zaman zaman İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı, her seferinde aynı mutlulukla.

Hoşça kalın...

http://www.siir.gen.tr/siir/o/orhan_veli_kanik/istanbulu_dinliyorum.htm

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Huysuz Şirin olmak mı?

Özlediğim için

Davul bile dengi dengine (mi?)